‘‘Çıkar boynundan at o ipi çocuk!
Salıncaklar mı yok sana?
Kalk hadi o soğuk betondan,
Yatacak başka yer mi yok sana?’’
Tüm dünya çocuklarına çaresiz seslenişimi Nazım’ın bu dizeleriyle yapardım seni görmeden evvel. Seni düşünerek yazılmamış olabilir bu dizeler ama ben seni görerek okudum senin evlerinin arasından geçerken. Ancak seninle anlam kazandılar çünkü bende.
Çünkü korktum seni görünce.
Boynundaki iple ölümsüzlüğü hatırlatıyordun.
Acımasızca…
Ayak uçlarındaki sehpaya rağmen gözlerindeki ışık kanımı dondurdu. Ben, sen görme diye, geceleri belli belirsiz yanan sokak lambalarının altında ve sıkıca kilitlenmiş dükkanların önünde döktüm hıçkırıklarımı. Sen pembe elbisenle ülkenin sarı çölüne renk olup gözlerinle gökyüzünün mavisini utandırırken, ben sana gölge olmasın diye duvar diplerinde sürüdüm adımlarımı.
Ben nereye gitsem yanıma gelip, elimi tutup bana tarihimi fısıldamasaydın daha rahat uyurdum geceleri. Anneniz sizi benim yanıma itip fotoğraf çektirmeseydi de ben de senin hafızandan silinseydim keşke. O zaman adım nasılsa “ümit” değil deyip umursamadan yer, içer ve uyurdum kendi ülkemde.
Yaşıtlarım beni hürmetle karşılamamalıydı boynumdaki bayrak yüzünden. Ama suç biraz da bende…
Kendi halinizde verdiğiniz pozları işgal etmeseydim, koyu mavi bayraklıların korkmadığı Müslümanlar gibi gruptan ayrılıp sizinle selamlaşmasaydım umurunuzda olmazdı belki boynumda sallanan al bayraklı kimlik kartı.
.
El Halil Camii’ndeki bir mevlid kutlamasında ilahiler arasında gezinirsiniz. Anneleriniz tertemiz giydirmiş sizi, yeni değil ama tertemiz…
Hapishane sesleri arasından geçip gelmişsiniz akşamla yatsı arası bu kutlu törene.
Haber bültenlerinde kefen çok yakışır size. Çünkü kapalıdır gözleriniz ve bu yüzden düşünürüz Filistinli çocukların ölüme alıştıklarını hepimiz.
Nasıl olsa çok çocukludur aileleriniz.
Keşke herkes, görse cami avlusunda koşarken heyecanınızı.
Keşke sadece oyun için ve birbirinizden kaçsanız.
Ama Filistin’de çocuklar ömürleri ‘onu iki geçe’ karşılaşırlar hapisle. Mapus kapısı, cami kapısına benzer ses itibariyle.
Ya da tam tersi…
Psikolojik harbin her şekli…
Haftalık bayram çıkışı terlikli bir çekingenlikte babanla birlikte yürürken mavi bir balon verdim eline. Balona Anadolu’nun ortasında doğmuş, ikimizin de payitahtına uzanan bir yolcunun nefesini koydum yalnız. Korktum başka nefesler üflemeye elindeki balona. Ömer’in nefesini üfleseydim, arşa değerdi başın; Hamid’in nefesini üfleseydim koyu mavi bir tank zırhında sönerdi taşın.
El Halilli Muhammed, “Sizin gelişiniz bizim ümidimiz” diyor.
Kudüslü Kasım, “Onların gelişi, bir ananın yavrusunu arayışıdır.” demiş koyu mavi birine.
Benim gidişim, bana “kökü mazide olan bir âtî” oluşumuzu yeniden hatırlattı.
.
.
.
Bu yazı, Arapça bilseydim El-Halil Camii’nde, Kubbetüs Sahra ve Mescidi Aksa avlusunda herhangi bir çocuğu karşıma alıp anlatacaklarımdan ibarettir.
Değerli okuyucularım bu çaresiz yakarışımı mazur görsünler.
Babaları ancak İsrail polisinin baskın saati olan 04.00’e kadar uyuyabilen masum ve mağrur çocukları görmüş biri olarak borcum olduğunu düşündüğüm bir yazı okudunuz.
Mescidi Aksa müezzini Muhammed’in sağ elini göğsüme koyup fısıldadığı duaların aynı ile, vesselam…
Ahmet Şahin TOPBAŞ
Yorumlar
Yorum Gönder