Ana içeriğe atla

MAZİYE YATMAK

 


‘‘Boynumuz ağrıdı Batı’ya bakıp durmaktan!’’ dedi şair ve çizdi altını üç yüzyıllık maceranın.

Bugün biz, boynumuz ağrıdı maziye yatıp durmaktan diyerek çizeceğiz altını bin yıllık haşmetli günlerin.

İsyansa isyan, hayırsa hayır!

Boynumuz ağrıdı maziye yatıp durmaktan.

Maziye yatarak daha kaç rüyada yitireceğiz yıllarımızı?

Daha kaç marşın ruhumuzda bıraktığı derin hülyalara dalmakla kaçıracağız bugünümüzü?

 Soruyorum, kaldı mı kayıp lüksümüz?

Ben, Sinan’a ihanet ettim abideler gibi diktiği, koyduğu ve yonttuğu taşlara bakarken öylesine…

Daha kaç çiğ övünmeyle sürüp gidecek bu vasıfsız ihanet?

Yüzümüz var mı zaman yolculuğuna?

Basit ve çelimsiz övünçlerimizle mi yeni bir medeniyet sunacağız  dünyaya?

Yoksa gönüllüler çoğunlukta mı aramızda, sistemin çarkının içinde ezilip suyunun çıkmasına ve buna moda, serbest piyasa, modernite ve daha nice süslü sıfatlar yakıştırmaya?

Üşüyorum ve tüylerim ürperiyor bu yalnız boşlukta.

Öyle bir şey ki bu, tarihiyle övünen tarihsiz, talihsiz, mimarsız, imarsız, bilimsiz, ilimsiz bir karanlığın içinde, yapayalnız bir çocuğum ve bu soğukta yalnızca kabzasından hışımla çıkan ve birbirine vurarak şakırdayan kılıç sesleri ile belli belirsiz marşlar eşliğinde naralar çınlıyor kulaklarımda.

Evet, evrenin ve zamanın hangi parçasında olduğum konusunda bir fikrim yok. Çünkü dedim ya; kör, sağır ve dilsiz bu karanlığı hep kılıç sesleriyle anlatmışlar bana. Bu yüzden hepsi, aynı makinenin defosuz ama ruhsuz ürünü…

23 yılının 23 günü savaşta geçmemiş peygamberin radikal İslamcı teröristleri olur mu?

Böyle hikayenin böyle neticesi olur.

Boynumuz ağrıdı maziye yatıp durmaktan.

Kimi zaman hoş ve mis kokulu kimi zaman dehşet ve vahşet dolu ama hep derin hülyalar ve kabuslar görmek için mi yastık yaptık maziyi kendimize ve tutuldu boynumuz yatıp durmaktan maziye?

Bugüne diyeceği yok muydu o yiğit ve cengâverlerin, o ilim sahiplerinin ve bilim dahilerinin, o sanat ehlinin ve dinlediğimiz hikayelerdeki gönül meclisi üyelerinin?

Yoksa eğer; eğer ‘‘yok ve olamaz’’ diyorsanız ve ibret almıyorsanız, kendisi de tarihin altın yaldızlı raflarında, altın tozlara bürünmüş bir yalnız şairden uçup gelen mısralar getirdim size:

“Geçmişten adam hisse kaparmış…

Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım isse mi verdi?

“Tarih”i  “tekerrür”  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? (M. Akif ERSOY)”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

aslında insan…

  Bir kadına ikinci kez baktıran nedir? Bir çiçeği ikinci kez koklatan… ? Güzellik duygusu… Fakat biz bu güzelliği sahip olma duygumuzla kirletir miyiz? Bir çiçeği koparmak yahut bir kadına ilan-ı aşk etmekle onu lekelemiş mi oluruz? Belki evet… Fakat biz bu şekilde lekelemesek ayın bir günü, günün bir saati bu iki güzellik de bir şekilde kirlenecek midir? Muhakkak… Demek ki kirleneceğini bile bile bu güzellik duygusunu vuslata dönüştürme isteğinin içimizde bir yerlerde uyanması ve karşı konulamaz bir şekilde usul usul yanmasının bir açıklaması olmalı. Bunun tek açıklaması; bu mukadderatın en azından bildiğimiz, nispeten yönetebildiğimiz, bizden bir parça ile yaşanmasının verdiği huzurdur. Biz aslında bu huzura talibizdir. İçimizdeki aşkın muhattabı bu huzurdur. Aslında bu huzurun yaşanacağı zamandır. Bu açıdan, “aslında insan, zamana aşıktır” diyebilir miyiz? İnsan zamana aşıktır. Bu kadar soyut ve tutamadığımız için adeta delirdiğimiz bu “şey”in bir anda cisimlenivermesi bizi öyle bi

23 Nisan, Millî Bilinç ve Çocuk Bayramı Üzerine Düşünceler

Bundan tam 102 yıl önce bütün milletin umudunu omuzlarında taşıyan bir heyet, ulusun son çare olarak kendilerine yüklediği görevin bilinciyle evvela Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde Cuma namazını eda edip o güne kadar ki tüm yollar gibi zorlukla tadilatını yaptıkları binaya dualar, tekbirler, ve uğurlarına kesilen kurbanların ardından giriş yaptılar Bugün, adına misyon ve vizyon dediğimiz ama o gün mefkûre, ideal, dava ve çare olarak görülen rota, daha ilk oturumda yapılan ilk konuşmada ifadesini meclisin en yaşlı üyesi Şerif Bey’in sesinde buluyordu: “Allah’ın yardımıyla milletimizin iç ve dış bağımsızlık yazgısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendisini yönetmeye başladığını bütün cihana duyurarak Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.” Şimdi; bu konuşmayı meclisin açılışında dahi bağımsızlığın bir yazgı, değişmez bir kader olarak görüldüğüne, meclisin bu yazgıyı bizatihi yüklendiğine, bunun bir danışma meclisi veya adeta noterler kurulu olarak değil bizzat yönetme yetkisi ve iştiy

Ey Sevgili

  Ey sevgili, Herkesi gönderdim, artık yalnız sen ve ben… Herkesi birer birer gönderdim, bazılarını yarı yolda bıraktım, bazılarını kızarak, bazılarını bağıra çağıra, bazılarını mecbur bırakarak, bazılarını nazikçe, bazılarını korkakça, bazılarını cesurca, bazılarını ise severek… Ama herkesi gönderdim. Yalnız sen ve ben varız. Herkesten ari, herkesten uzak, şehirlerin ortasında yalnız bir adamım artık. Herkese çizdiğim çiçekli yollar aslında benden adım adım, milim milim, saniye saniye uzaklaştırmak içindi. Tüm kalabalıkların içinde; tüm korna seslerinin, aceleci adımların, kahkahaların, sevgi ve nefretlerin, aşkların, kıskançlıkların, ölüm ve yaşamların, coşku ve hayal kırıklıklarının içinde ikimize bir ağaç gölgesinde kuytu bir köşe yarattım. Senin inadına “yarattım” diyorum, çekesin diye nazımı. Kimse kalmadı; elele, diz dize, göğüs göğüse, dudak dudağa biz kaldık. Ağlasam ıslanır ellerin, kıpırdasam hissedersin, fısıldasan duyarım. Ah bir fısıldasan… Sende