Ana içeriğe atla

Kızılelma neresi ?!

Kızılelma neresi ?!


 “Aylardan ağustos; günlerden Cuma,

Gün doğmadan evvel, İklim-i Rum’a

Bozkurtlar ordusu geçti hücuma,

Yeni bir şevk ile inledi gökler.”

Lisede dahil olduğum Mehter Takımı’nda en yüksek coşkuyla söylediğim marşlardan biri de Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun yazıp Bahri Yüzlüler’in bestelediği Malazgirt Marşı idi.

Mehter marşlarının orijinal hallerinden günümüze ulaşabilenleri pek azdır. II. Mahmut döneminde kaldırılan Yeniçeri Ocağı’yla birlikte Mehter bölüğü de kaldırılmış yerine daha Batılı müzikler getirilmişti. Mehteran yerine kurulan bu birliğe de Mızıka-i Hümayun denmişti.

Türk milletinin ikilemlerinden birini de ikonikleştirmek istesek yine zurna ile mızıka arasında kalmak diyebiliriz sanırım.

***

İşte bugün; Bozkurtlar ordusunun hücuma geçtiği ve Türk’ün mezarı üzerine yapılan matematik hesaplarının bir kez daha dümdüz edilip tersine çevirildiği günün 949. yılı.

Bu ne ilk ne de son olacaktı. Bundan daha önce yüzlerce defa görülen Türk sancağının her türlü dezavantaja rağmen yükselişi bugünden sonra da sürecekti.

Bundaki en büyük sır, elbette bilim ve tekniğe verilen önemdi. Türk demircilerinin  maharetli ve tecrübeli ellerinde şekillenen kılıçlar o günün teknolojisinin öncüsü ve ihtiyaca en çok cevap vereniydi. Bununla ilgili TRT BELGESEL’de Savaşın Efsaneleri programlarının ilgili bölümlerini izlemenizi tavsiye ederim.

Türk-İslam-Bilim üçlüsünün yenemeyeceği kuvvet yoktur. Bunun en temiz, şeksiz ve şüphesiz kanıtları tarih sayfalarında şerefli birer abide gibi dimdik durmaktadır.

Elbette biz, ilk ikisinin bezdiresiye pompalandığı ama yine de ciddi anlamda eksikliklerin bilerek bırakıldığına inandığım dönem dizilerindeki vahşet sahneleriyle bu gerçeği anlayamayız.

Velhasıl bugün kutlu zaferin 949. yılı kutlanıyor. Demek ki biz bin yıldır bu topraklarda hakimiyet sürerken bin yıl öncesinin çatışmasını halâ unutmuş değiliz. Bu çok büyük bir kazanımdır.

Son zamanlarda okuduğum birçok kaynaktan sonra söylenen ve fark ettiğim şey, Türk tarihinin tamamen bir “Batılılaşma” hikayesi olduğu. 

Batı’da İslam varken Müslüman olup en yüksek ilimleri tahsil edip ekol olabilmiş ve İslam sancağını en ileri uçlara kadar sürmüş Türkler, aynı ruhla aradan asırlar geçtikten sonra Batı’daki bilim ve felsefenin gelişiminin de takipçisi olmayı sürdürmüşlerdir. 

Dolayısıyla Batı, Türk için her daim bir Kızılelma olmuştur diyebiliriz. Bu her Doğulu millet için de bizdeki kadar net değildir. Bkz.: Çin, Japonya, Kore, hatta Moğol

Bugün bir başka tespit de doğduğu görüş itibariyle milliliği her ne kadar içinde barındırsa da daha çok ve daha önde olarak İslamcılığı ideoloji edinmiş Türkiye’deki iktidarın son dönemlerde yavaş yavaş dillendirilen “Kızılelma” ülküsünü Malazgirt Zaferi’nin bu yıldönümünde açıkça benimsemiş görünmesidir.

Millî Görüş elbette adındaki millîlik vurgusundan anlaşılacağı üzere Türklükle gurur duymaktaydı. Ama Türkiye’deki siyasal-İslam hareketinin Türkçü akımlara karşı tutumu öteden beri bilinen bir gerçekti. Türklük edebiyatında (Türkçülük literatüründe) bulunan simgelerle ne kadar zıt olduklarını her defasında dile getiren bir ideolojiden bahsediyoruz.

Ancak zamanla değişen ve bazı yönleriyle de gelişen konjonktür, İslamcı bilinen iktidara Kızılelma kadar kıymetli bir terimi de benimsetmiştir.

Bugün; Kızılelma’dan, bir takım radikal gruplar Türkiye il plaka kodunu artırmak gibi popülist anlamlar çıkarsalar da işin gerçeği Türk’ün bu devirdeki “Kızılelma”sı bizce; demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olmuş, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ve ışığında, her anlamda kendine yeten, doğal ve beşerî zenginliklerinin farkında ve potansiyeli kinetiğe çevirerek daima artan bir ivmeyle ilerleyen, uzay ve atomu insanlık yararına kullanmayı ilke edinmiş, eğitim ve toplumsal bilinciyle tamamen millî ve ulusal değerlere bağlı, dünyaya yeni ve adîl bir medeniyet sunabilmiş, geçmişinden aldığı derslerle hatalarını tekrarlamayan ve bölgesindeki komşu devlet ve milletlerle kalkınmayı hedefleyen bir Türkiye’dir.


Dediğimiz gibi, küçük radikal gruplar ne derse desin Türk’ün bu yüzyıldaki kendine biçtiği kaftan budur.

Burayı özellikle vurguladık ki bu yüzyıl, Türk milleti için Batı veya Doğu’dan dikilmiş dar kalıplı rollerin değil geniş kaftanların sezonu olacaktır.

Arap ya da Türk coğrafyasındaki “abi”lik rolünden de acı tecrübelerle vazgeçtiğimize göre artık Kızılelma’ya gitmek için önümüzde engel kalmamıştır.

Bu kapsamda Türkiye’deki yönetimin bu yönüyle Kızılelma’yı benimsemesinden oldukça memnunuz.

Unutmayın! Tarihte hiçbir zaman Kızılelma tanımı net olarak tek bir kişi tarafından yapılmamıştır.Ama herkes o dönem Kızılelma’nın ne demek olduğunu az çok anlamıştır. Çünkü yol bellidir.

O halde başladığımız gibi bitirelim:

“Yiğitler kan döker bayrak solmaya

Anadolum başlar vatan olmaya

Kızıl Elma’ya hey! Kızıl Elma’ya!”

            Niyâzi Yıldırım Gençosmanoğlu

Ahmet Şahin TOPBAŞ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

aslında insan…

  Bir kadına ikinci kez baktıran nedir? Bir çiçeği ikinci kez koklatan… ? Güzellik duygusu… Fakat biz bu güzelliği sahip olma duygumuzla kirletir miyiz? Bir çiçeği koparmak yahut bir kadına ilan-ı aşk etmekle onu lekelemiş mi oluruz? Belki evet… Fakat biz bu şekilde lekelemesek ayın bir günü, günün bir saati bu iki güzellik de bir şekilde kirlenecek midir? Muhakkak… Demek ki kirleneceğini bile bile bu güzellik duygusunu vuslata dönüştürme isteğinin içimizde bir yerlerde uyanması ve karşı konulamaz bir şekilde usul usul yanmasının bir açıklaması olmalı. Bunun tek açıklaması; bu mukadderatın en azından bildiğimiz, nispeten yönetebildiğimiz, bizden bir parça ile yaşanmasının verdiği huzurdur. Biz aslında bu huzura talibizdir. İçimizdeki aşkın muhattabı bu huzurdur. Aslında bu huzurun yaşanacağı zamandır. Bu açıdan, “aslında insan, zamana aşıktır” diyebilir miyiz? İnsan zamana aşıktır. Bu kadar soyut ve tutamadığımız için adeta delirdiğimiz bu “şey”in bir anda cisimlenivermesi bizi öyle bi

23 Nisan, Millî Bilinç ve Çocuk Bayramı Üzerine Düşünceler

Bundan tam 102 yıl önce bütün milletin umudunu omuzlarında taşıyan bir heyet, ulusun son çare olarak kendilerine yüklediği görevin bilinciyle evvela Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde Cuma namazını eda edip o güne kadar ki tüm yollar gibi zorlukla tadilatını yaptıkları binaya dualar, tekbirler, ve uğurlarına kesilen kurbanların ardından giriş yaptılar Bugün, adına misyon ve vizyon dediğimiz ama o gün mefkûre, ideal, dava ve çare olarak görülen rota, daha ilk oturumda yapılan ilk konuşmada ifadesini meclisin en yaşlı üyesi Şerif Bey’in sesinde buluyordu: “Allah’ın yardımıyla milletimizin iç ve dış bağımsızlık yazgısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendisini yönetmeye başladığını bütün cihana duyurarak Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.” Şimdi; bu konuşmayı meclisin açılışında dahi bağımsızlığın bir yazgı, değişmez bir kader olarak görüldüğüne, meclisin bu yazgıyı bizatihi yüklendiğine, bunun bir danışma meclisi veya adeta noterler kurulu olarak değil bizzat yönetme yetkisi ve iştiy

Ey Sevgili

  Ey sevgili, Herkesi gönderdim, artık yalnız sen ve ben… Herkesi birer birer gönderdim, bazılarını yarı yolda bıraktım, bazılarını kızarak, bazılarını bağıra çağıra, bazılarını mecbur bırakarak, bazılarını nazikçe, bazılarını korkakça, bazılarını cesurca, bazılarını ise severek… Ama herkesi gönderdim. Yalnız sen ve ben varız. Herkesten ari, herkesten uzak, şehirlerin ortasında yalnız bir adamım artık. Herkese çizdiğim çiçekli yollar aslında benden adım adım, milim milim, saniye saniye uzaklaştırmak içindi. Tüm kalabalıkların içinde; tüm korna seslerinin, aceleci adımların, kahkahaların, sevgi ve nefretlerin, aşkların, kıskançlıkların, ölüm ve yaşamların, coşku ve hayal kırıklıklarının içinde ikimize bir ağaç gölgesinde kuytu bir köşe yarattım. Senin inadına “yarattım” diyorum, çekesin diye nazımı. Kimse kalmadı; elele, diz dize, göğüs göğüse, dudak dudağa biz kaldık. Ağlasam ıslanır ellerin, kıpırdasam hissedersin, fısıldasan duyarım. Ah bir fısıldasan… Sende