Ana içeriğe atla

YİRMİ ÜÇ NİSAN İKİ BİN YİRMİ

 

23 Nisan 1920 İlk Meclis

‘‘Memleketin üç tarafı deniz, dört tarafı düşmanla çevrili’’ sözünü hep duyduk, daha da duyacağız.

Ancak bizim de bu söze karşı kuvvetle ve hürce haykıracağımız sözümüz vardır: memleketin mavi gökleri ve mis kokulu toprakları da dahil olmak üzere, altı tarafı yiğit vatan evlatlarıyla çevrilidir.

Altının dörde üstünlüğü, matematiksel bir hesaptan çok daha derin ve şanlıdır.

Dünyanın tüm göklerinden daha mavi bu gökyüzü, dünyanın tüm topraklarından daha zengin ve bereketli bu topraklar; nice vatan evlatlarının umutlarını, hayallerini, inanç ve imanlarını barındırmaktadır.

Mehmet Akif’çe bir söyleyişle ‘‘şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda’’

Tarih, her türlü ahval ve şeraitte,  son tahlilde vatan evlatlarının tüm fitne ve ihanete karşı zaferlerini yazmakla meşguldür.

Dileyenler tarihin en alelade sayfalarında dahi bu altından parlak zaferleri göreceklerdir.

Şunu bilmeliyiz ki; bu memleketin topraklarının altında değerli madenler ve kıymetli yakıtlar ne kadar azsa, bu milletin yüreği de o denli kuvvet ve aşkla doludur.

Bizi, gelmiş geçmiş tüm milletlerden farklı kılan asıl değer ve kıymet de budur.

Önemli olan; milletin göğsünü yarıp, bir işe başlamak için gereken azim ve sebatı doğuran kuvveti ve işi başarmak için gereken aşkı ortaya çıkarabilmektir. Bunu yapabilenler gerçek zaferi kazanacaktır, kazanmıştır.

Bugün, 23 Nisan 1920’den tam bir asır sonra, çıkaracağımız ders budur.

‘‘Maziye yatmak’’ yazımızda haykırdığımız ‘‘Bugüne diyeceği yok muydu o yiğit ve cengâverlerin…’’ sorumuzun cevabı buradadır.

Yedi düvelin tüm gücüyle üzerimize geldiği ve atalarımızın şanlı zaferler ve türlü fedakârlıkla kazandığı ve imar ettiği şehirlerimize haram çizmelerini bastığı günden, meclisimizin açıldığı o kutlu güne kadar geçen sürede vatan evlatlarının tüm zorluklara rağmen yaptığı budur.

Şüphesiz ki Damat Ferit’in şahsında sömürüyü ve boyunduruğu kabul edenlerin tamamının şansı, tüm görevlerinden istifa etmiş eski ve asi bir asker olan Mustafa Kemal Paşa’nın şansından daha fazlaydı. Ancak O ve onun etrafındakiler, milletin ölmez ruhu ile öylesine bütünleşmişlerdi ki kandırılıp kendilerine isyan edenlerin dahi hayrına olacak Millî Mücadele’den bir adım geri atmamış, taviz vermemiştir.

Millîciler, o günlerde milletin göğsünü yarıp belki iki yüz senedir bilmem kaç katman olan çaresizlik ve ümitsizlik toprağını tüm güçleriyle kazıp milletin kalbinde asırlarca taşıdığı kuvvet ve aşkı çıkarabilmişlerdi.

Vatan aşkı ve onu her şeye rağmen kurtarmaya muvaffak olacak kuvveti…

Çünkü Mustafa Kemal Paşa, isyan haberlerinin geldiği ve Müftü Börekçizade Rıfat Efendi’nin kefen paralarını dahi bağışladığı o günlerde bile ‘‘Ümitsiz durumlar yoktur, ümitsiz insanlar vardır. Ben hiç ümitsizliğe düşmedim.’’ diyebilecek kadar ümitvardı.

İşte mesele budur: milletin ruhunda taşıdığı cevheri kendi ruhunda duymak ve her zorluğa karşı bunu savunmak.

Bugün, memleketin her tarafında işlenen türlü cinayetlere, gittikçe güçlenen kuşatmalara, günden güne artan duyarsızlık ve çaresizlik hislerine karşı, son söylenen sözü ilk söyleyip ‘‘hatt-ı müdafaa yoktur sath-ı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır.’’ diyerek; kütüphaneleri, evleri, okulları, sahip olduğumuz tüm iletişim teknolojisini, bütün meclisleri, konferans salonlarını, masaları birer bilim ve bilinç cephesine dönüştürerek milletimizin bağımsız yaşama azmini duyumsamalı ve bu uğurda yüksek bir gayretle çalışmalıyız.

Yüz yıl sonra tarih, bizden atalarımızın cansiperane savunduğu bu topraklarda, sıcak yuvalarımızda, devletimizin tüm kurullarıyla teşekkül ettiği huzurlu memleketimizde yeniden mücadele etmemizi beklemektedir. Ancak bu kez, canımızı ve hayallerimizi feda ederek değil bilakis bunlarla beraber ve bunlar uğruna ve silahla değil bilim ile bu mücadeleyi vereceğiz.

Çalışmak ve okumakla geçireceğimiz gecelerimiz, milletimize feda olsun!

13 Ocak 1921.

TBMM’de konuşan, Mustafa Kemal Paşa. Birinci İnönü Zaferi’ni anlattıktan sonra sözlerini şöyle bitiriyor:

“Milletimiz bugün, bütün geçmişinde olduğundan daha çok ümitlidir. Bunu ifade etmek için şunu arz ediyorum. Kendilerinin tabiriyle, cennetten vatanımıza koruyucu olan merhum Namık Kemal demiştir ki:
‘Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini’
İşte bu kürsünden bu meclisin başkanı sıfatıyla meclisi oluşturan bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına diyorum ki:
‘Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.

Gazi ve tüm şehitlere minnetle…

Ahmet Şahin TOPBAŞ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

aslında insan…

  Bir kadına ikinci kez baktıran nedir? Bir çiçeği ikinci kez koklatan… ? Güzellik duygusu… Fakat biz bu güzelliği sahip olma duygumuzla kirletir miyiz? Bir çiçeği koparmak yahut bir kadına ilan-ı aşk etmekle onu lekelemiş mi oluruz? Belki evet… Fakat biz bu şekilde lekelemesek ayın bir günü, günün bir saati bu iki güzellik de bir şekilde kirlenecek midir? Muhakkak… Demek ki kirleneceğini bile bile bu güzellik duygusunu vuslata dönüştürme isteğinin içimizde bir yerlerde uyanması ve karşı konulamaz bir şekilde usul usul yanmasının bir açıklaması olmalı. Bunun tek açıklaması; bu mukadderatın en azından bildiğimiz, nispeten yönetebildiğimiz, bizden bir parça ile yaşanmasının verdiği huzurdur. Biz aslında bu huzura talibizdir. İçimizdeki aşkın muhattabı bu huzurdur. Aslında bu huzurun yaşanacağı zamandır. Bu açıdan, “aslında insan, zamana aşıktır” diyebilir miyiz? İnsan zamana aşıktır. Bu kadar soyut ve tutamadığımız için adeta delirdiğimiz bu “şey”in bir anda cisimlenivermesi bizi öyle bi

23 Nisan, Millî Bilinç ve Çocuk Bayramı Üzerine Düşünceler

Bundan tam 102 yıl önce bütün milletin umudunu omuzlarında taşıyan bir heyet, ulusun son çare olarak kendilerine yüklediği görevin bilinciyle evvela Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde Cuma namazını eda edip o güne kadar ki tüm yollar gibi zorlukla tadilatını yaptıkları binaya dualar, tekbirler, ve uğurlarına kesilen kurbanların ardından giriş yaptılar Bugün, adına misyon ve vizyon dediğimiz ama o gün mefkûre, ideal, dava ve çare olarak görülen rota, daha ilk oturumda yapılan ilk konuşmada ifadesini meclisin en yaşlı üyesi Şerif Bey’in sesinde buluyordu: “Allah’ın yardımıyla milletimizin iç ve dış bağımsızlık yazgısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendisini yönetmeye başladığını bütün cihana duyurarak Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.” Şimdi; bu konuşmayı meclisin açılışında dahi bağımsızlığın bir yazgı, değişmez bir kader olarak görüldüğüne, meclisin bu yazgıyı bizatihi yüklendiğine, bunun bir danışma meclisi veya adeta noterler kurulu olarak değil bizzat yönetme yetkisi ve iştiy

Ey Sevgili

  Ey sevgili, Herkesi gönderdim, artık yalnız sen ve ben… Herkesi birer birer gönderdim, bazılarını yarı yolda bıraktım, bazılarını kızarak, bazılarını bağıra çağıra, bazılarını mecbur bırakarak, bazılarını nazikçe, bazılarını korkakça, bazılarını cesurca, bazılarını ise severek… Ama herkesi gönderdim. Yalnız sen ve ben varız. Herkesten ari, herkesten uzak, şehirlerin ortasında yalnız bir adamım artık. Herkese çizdiğim çiçekli yollar aslında benden adım adım, milim milim, saniye saniye uzaklaştırmak içindi. Tüm kalabalıkların içinde; tüm korna seslerinin, aceleci adımların, kahkahaların, sevgi ve nefretlerin, aşkların, kıskançlıkların, ölüm ve yaşamların, coşku ve hayal kırıklıklarının içinde ikimize bir ağaç gölgesinde kuytu bir köşe yarattım. Senin inadına “yarattım” diyorum, çekesin diye nazımı. Kimse kalmadı; elele, diz dize, göğüs göğüse, dudak dudağa biz kaldık. Ağlasam ıslanır ellerin, kıpırdasam hissedersin, fısıldasan duyarım. Ah bir fısıldasan… Sende