Ana içeriğe atla

DEĞİŞMEK HAYALİ…

 

bahar tomurcuk ağaç - değişmek hayali

Değişim, hayatta kesin olan sayılı birkaç şeyden biri.

Güneş her gün aynı rotayı izliyor gibi görünse de aslında evren sürekli genişliyor ve hep birlikte evrende bir ilerleyiş halindeyiz. Tüm gezegenler, tüm sistem ve galaksiler…

Vücudumuz, tam olarak hesaplanamasa da sadece bir günde, yaklaşık 200 milyar alyuvar üretirken bir o kadarı da ölmekte.

Makro ve mikro düzeydeki birkaç örnek, değişimin hayatımızda ne kadar temel bir gereksinim olduğunu kanıtlıyor. Henüz konuşmanın başındayken saydığımız bu örnekler birer kanıt niteliğinde olsa da değişim bunlardan çok daha fazlası…

Değişimin bence en önemli yönü müdahale edebildiğimiz şekliyle sosyal dönüşümler.

Korona salgınıyla mücadele ettiğimiz günlerde herkes her alanda yaşanması muhtemel değişimleri konuşurken bence esas soru, değişime karşı tavrımız.

Değişimle ilgili dilimizde yer tutmuş kalıplardan biri ‘‘değişime ayak uydurmak’’.

Bizim değişime ayak uydurmaya itirazımız var.

Bir ilkokul müsameresinde, hareketleri unutan çocuk gibi etrafındakileri taklit ederek bir şeyler yapmaya çalışmak gibi geliyor değişime ayak uydurmak.

‘‘Acaba doğru yapabildim mi?’’ güvensizliği ise en kötüsü.

Doğru yaptığınızdan asla emin olamazsınız çünkü ne doğruyu siz belirlemişsinizdir ne de not verme makamındasınızdır.

Değişim bir yürüyen bant ve siz onun üzerinde ayakta durmaya, tutunmaya çalışan bir yabancıysanız yolun nereye varacağından asla emin olamazsınız. Üstelik yol bitip vardığınızda da orayı tanımlamak için herkesten çok daha fazla zamana ihtiyacınız vardır.

İşte biz, artık böyle güvensiz ve çaresiz bir ayak uydurmaya karşıyız ve bunu reddediyoruz.

Belki de üç asırdır devam eden bu hal, bizi hiç bilmediğimiz yabancı diyarlara öylesine sürükledi ki biz daha olduğumuz yeri tam kavrayamamışken bir başka değişim rüzgârına yelkenlerimizi açmak zorunda kaldık. Bir devri idrak etmeden başka devirlere sürüklendik ve nihayetinde tarihimizde öyle boşluklar meydana geldi ki henüz kimlik tanımı bile yapamadan ilerlediğimizi sandık.

Hâlbuki; ileri gitmekle ilerlemek arasında, şişmanlamakla büyümek arasında fark var.

İşte biz, artık böyle güvensiz ve çaresiz bir ayak uydurmaya karşıyız ve bunu reddediyoruz.

Peki ne yapacağız?

Biz, 21. yüzyılın çocukları olarak atalarımızın emanet ettiği ruhla bağımsız ve alternatif bir medeniyet inşa edeceğiz.

Ve bu medeniyette değişimin yaratıcıları ve öncüleri olacağız.

Bilimde ve sanatta en ileride olacağız. Hür fikirler doğuracak bir toplum anlayışı esas hedefimiz olacak.

Endüstri devrimleri artık bu topraklardan çıkacak. İnternet ve teknolojinin ilk üreticileri bizler olamadık ama onlarla öyle işler başaracağız ki insanlığın ortak mirasına yaptığımız katkı, medeniyetimizin öncüsü olacak. İnsanlık bu icat ve mucitleri gördükçe onları yetiştiren medeniyete ilgiyle bakıp kendi ülke ve medeniyetlerine örnek alacaklar.

En insancıl ve en özgür hukuk anlayışları bu topraklardan çıkacak. Mevlana’dan, Yunus’tan, Karacaoğlan’dan, Pir Sultan’dan, Veysel’den ve Neşet’ten öğrendiğimiz sevgi ile hoşgörü ve tevazu sahibi bireyler yetiştirecek, her rengi barındıran bir gökkuşağı manzarası haline gelecek toplumdan en kâmil hukuk düzenini kuracağız.

Hürriyetin, bağımsızlığın ve hepsinin sonunda üretimin yeniden filizlendiği verimli araziler haline getireceğiz cennet ülkemizi.

En harika ve büyüleyici sanat eserleri bu topraklardan çıkacak. Doğamız, insanımız ve emek dolu tarihimiz en hayranlık uyandırıcı sanat eserlerinin ilhamı olabilecek kadar çeşitli ve özgün. Aynı zamanda en çarpıcı tabloların ilhamı olabilecek acı ve zulümleri de bu coğrafyada bulabilir sanatçılarımız. Bugüne kadarki tüm sanat akımlarını bilen ve harmanlayarak özgün yapıtlar ortaya koyacak nesiller, bu toprakları sanatın ve sanatçının merkezi yapacak.

En estetik ve kullanışlı mimarî tasarımlar bu topraklardan çıkacak. Tarihimiz, estetik abidelerle ve onu yapan şahsiyet abideleriyle doludur. Sinan’ca bir anlayış ve saygıyla şehirlerimizi öyle imar edeceğiz ki faydacılık ve basitlik yerine verimlilik ve estetiksel çeşitlilik ön plana çıkacak.

Yerelliği yorumlayan özgün tasarımlarla tek tip tekrarın değil ulusal yaratıcılığın temsilcisi olacak mimarlar ev, okul, hastane, ibadethane ve iş yerlerimizi tasarlayarak aslında yaşamımızı inşa edecekler.

En etkileyici ve değerli filmler bu topraklardan çıkacak. Geçmişiyle ve bugünüyle onlarca hikâyenin, masalın ve destanın membaı bu topraklar filmlere ilham olacak çeşitliliktedir. Aşk, mücadele, savaş, çatışma, barışma, kahramanlık, dram, trajedi ve daha onlarca türün her an yaşandığı bir yerdir Anadolu. İşte bu kaynaktan beslenen ekol niteliğinde sinemacılarımız olacak.

Tüm bunlar için en önce ve muhakkak millî bir eğitim inşa edeceğiz. Ulusal değerlerine bağlı ve evrenseli de bu pencereden en kapsamlı şekilde gören, yaratıcılığın geliştirildiği, ‘‘balık tutma’’nın öğretildiği bir eğitim sistemiyle; hukukta, bilimde, sanatta, sinemada, sporda, mimaride ve daha bir çok alanda değişime ayak uyduran değil değişime yön veren, değişimi yaratan bir millet olacağız.

Eğitim sistemimiz başta olmak üzere her alanda teknolojiyi üretmek ve onun sağladığı her türlü imkândan sonuna kadar yararlanmak da esas hedeflerimiz arasında olacak.

Ve nihayetinde kendi ürettiğimiz bu medeniyete; teknolojisiyle, sanatıyla, mimarîsiyle, bilimiyle her alanda kendi dilimizden Türkçe isimler koyup dilimizi yeniden saygın bilim dillerinden biri yapacağız.

İşte bizim corona’dan sonraki değişen dünya tasavvurumuz budur.

 Değişime ayak uydurmak mı değişimin mimarı olmak mı?

‘‘ Uyuyan milletler ya ölür;

 ya da köle olarak uyanır’’

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

                                                                      Ahmet Şahin TOPBAŞ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

aslında insan…

  Bir kadına ikinci kez baktıran nedir? Bir çiçeği ikinci kez koklatan… ? Güzellik duygusu… Fakat biz bu güzelliği sahip olma duygumuzla kirletir miyiz? Bir çiçeği koparmak yahut bir kadına ilan-ı aşk etmekle onu lekelemiş mi oluruz? Belki evet… Fakat biz bu şekilde lekelemesek ayın bir günü, günün bir saati bu iki güzellik de bir şekilde kirlenecek midir? Muhakkak… Demek ki kirleneceğini bile bile bu güzellik duygusunu vuslata dönüştürme isteğinin içimizde bir yerlerde uyanması ve karşı konulamaz bir şekilde usul usul yanmasının bir açıklaması olmalı. Bunun tek açıklaması; bu mukadderatın en azından bildiğimiz, nispeten yönetebildiğimiz, bizden bir parça ile yaşanmasının verdiği huzurdur. Biz aslında bu huzura talibizdir. İçimizdeki aşkın muhattabı bu huzurdur. Aslında bu huzurun yaşanacağı zamandır. Bu açıdan, “aslında insan, zamana aşıktır” diyebilir miyiz? İnsan zamana aşıktır. Bu kadar soyut ve tutamadığımız için adeta delirdiğimiz bu “şey”in bir anda cisimlenivermesi bizi öyle bi

23 Nisan, Millî Bilinç ve Çocuk Bayramı Üzerine Düşünceler

Bundan tam 102 yıl önce bütün milletin umudunu omuzlarında taşıyan bir heyet, ulusun son çare olarak kendilerine yüklediği görevin bilinciyle evvela Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde Cuma namazını eda edip o güne kadar ki tüm yollar gibi zorlukla tadilatını yaptıkları binaya dualar, tekbirler, ve uğurlarına kesilen kurbanların ardından giriş yaptılar Bugün, adına misyon ve vizyon dediğimiz ama o gün mefkûre, ideal, dava ve çare olarak görülen rota, daha ilk oturumda yapılan ilk konuşmada ifadesini meclisin en yaşlı üyesi Şerif Bey’in sesinde buluyordu: “Allah’ın yardımıyla milletimizin iç ve dış bağımsızlık yazgısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendisini yönetmeye başladığını bütün cihana duyurarak Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.” Şimdi; bu konuşmayı meclisin açılışında dahi bağımsızlığın bir yazgı, değişmez bir kader olarak görüldüğüne, meclisin bu yazgıyı bizatihi yüklendiğine, bunun bir danışma meclisi veya adeta noterler kurulu olarak değil bizzat yönetme yetkisi ve iştiy

Ey Sevgili

  Ey sevgili, Herkesi gönderdim, artık yalnız sen ve ben… Herkesi birer birer gönderdim, bazılarını yarı yolda bıraktım, bazılarını kızarak, bazılarını bağıra çağıra, bazılarını mecbur bırakarak, bazılarını nazikçe, bazılarını korkakça, bazılarını cesurca, bazılarını ise severek… Ama herkesi gönderdim. Yalnız sen ve ben varız. Herkesten ari, herkesten uzak, şehirlerin ortasında yalnız bir adamım artık. Herkese çizdiğim çiçekli yollar aslında benden adım adım, milim milim, saniye saniye uzaklaştırmak içindi. Tüm kalabalıkların içinde; tüm korna seslerinin, aceleci adımların, kahkahaların, sevgi ve nefretlerin, aşkların, kıskançlıkların, ölüm ve yaşamların, coşku ve hayal kırıklıklarının içinde ikimize bir ağaç gölgesinde kuytu bir köşe yarattım. Senin inadına “yarattım” diyorum, çekesin diye nazımı. Kimse kalmadı; elele, diz dize, göğüs göğüse, dudak dudağa biz kaldık. Ağlasam ıslanır ellerin, kıpırdasam hissedersin, fısıldasan duyarım. Ah bir fısıldasan… Sende