Ana içeriğe atla

Yangınlar, Vatanı sevmek ve Sınır ihlali

 


Memleket yangın içerisinde.

Ağaçlar; geçmişin hatırası geleceğin ümidi aslında.

Bu halde bir ağacın yanışı bir şehit vermekle eşdeğer denilebilir.

Diyebiliriz ki, bir vatan evladının yetişmesi için gereken emek, toprak; harcanan maddiyat ise sudur.

Bu kanaatle Türkiye hem geçmişini hem de geleceğini yitiriyor.

Neslinden ve ceddinden mahrum bir ülke…

Tarihi yanan, atisini yaşatamayan aciz bir memleket…

Bununla beraber en baştan en sona sevgisiz bir cumhuriyet…

Cumhuriyetin temeli sevgi ve haktır. Çünkü cumhuriyet rejimi, vatanını sevme karinesine dayanır ve bu ön kabule göre tanır tüm o hakları vatandaşlarına.

Vatanını sevmeyen vatandaş olamaz, vatandaş olmayan hak sahibi olamaz.

Bu bağlamda bu ülkenin son yüzyılda, yani 21. yüzyılda, en temel problemi doğal vatandaşlarının ülkesini sevememiş olmasıdır.

Bu sevgisizlikte de bazılarının iddia ettiği gibi yaşanan ve yaşatılan mağduriyetlerin payı yoktur.

Çünkü vatan, bir kadını sevmekten bile daha büyük bir aşk gerektirir. Bu aşk iman kadar kuvvetli ve sadık olmalıdır.

Vatan, bilime inanır gibi sevilmez, zira inançla değil imanla sevilir vatan.

Mümin O’ndan başka seçeneği yokmuşçasına tapar Rabbine, başka çaresi yokçasına durur o büyük kapıda.

İnanmak ise mucize, keramet, delil ister, dayanak ister.

İnanç, tutunacak dal aramak iman ise kendini boşluğa bırakmaktır.

Amerika’daki kanser ilacının istatistikleri vardır, sözgelimi kullananların ¾’ü fayda görüyordur ve siz bu ilaca bu istatistikle inanırsanız bilet alır gidersiniz dünyanın bir ucuna. İmkânınız yoksa ve inancınız da kuvvetliyse o imkanı bulur buşurur, gerekirse çalar yine de o ilacı alırsınız.

Fakat eğer gökte bir Tanrı olduğuna iman ederseniz, bir merdivene ihtiyacınız yoktur.

İşte vatan böyle sevilir.

İşte Allah’a böyle iman edilir.

O Allah ki sizi defalarca kez cezalandırmış, cennetten dünyaya sürmüş;

O vatan ki size çektirmediği ceza kalmamış, hapislerde soldurmuş,

O cennet vatan ki sizi bir lokma ekmeğe muhtaç bırakmış…

Ne gam!

Bir belediye parkında, bir okul bahçesinde, bir minare gölgesinde kaldırırsınız başınızı ve o al bayrağın şu mavi göklere nasıl yakıştığına bir kez daha hayran olur, gözleriniz dolar, tüyleriniz diken diken olur ve yârin parlak gözlerinde aksinizi görmüş gibi yeniden yeniden ve yeniden aşık olursunuz.

İşte vatan böyle sevilir.

İşte Allah’a böyle iman edilir.

Türkiye’nin Türkleri bile yere çöp atmamayı, hayvanı doğayı korumayı, hak yememeyi hülasa vatanını sevmeyi öğrenememiş; cumhuriyet bir ayağı noksan sandalye gibi sallanmakta, şanlı hilal kararan göklerin huzurunda çehresini çatmakta iken bir de; hayatında bir kez Barış Manço dinlememiş, bir Neşet Ertaş türküsünde hüzünlenmemiş, bir kez “her şeye rağmen” sevmemiş, Çanakkale hikâyesi dinlememiş, Yemen türküsüyle yas tutmamış, zeybekle gururlanmamış, İstanbul’un sesine Ankara’nın sessizliğine Antalya’nın pırıl pırıl yakamozuna Trabzon’un dimdik yamaçlarına okul kitaplarında da olsa hayran olmamış ve daha birçok şeyi bilememiş ve bilemeyecek en önemlisi de kendi vatanını sevmek bilmeyen ve asla da bilemeyecek adamların namusumuz olan sınırlarımızı çiğneye çiğneye ülkeye girişine müsaade edilmesi gafletine şahit olmaktayız. En hafif ifadesiyle gaflet…

Böyle durumlarda bu vatana sevgisi yetkisinden büyük olanlar olarak yapacağımız en iyi şey; çalışmak, çalışmak, çalışmaktır.

Ta ki yetkimiz de sevgimiz kadar büyük olana dek durmadan çalışmalıyız.

Elbette Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ümidi olan gençliğe hitabını aklımızdan çıkarmadan.

Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Ahmet Şahin TOPBAŞ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

aslında insan…

  Bir kadına ikinci kez baktıran nedir? Bir çiçeği ikinci kez koklatan… ? Güzellik duygusu… Fakat biz bu güzelliği sahip olma duygumuzla kirletir miyiz? Bir çiçeği koparmak yahut bir kadına ilan-ı aşk etmekle onu lekelemiş mi oluruz? Belki evet… Fakat biz bu şekilde lekelemesek ayın bir günü, günün bir saati bu iki güzellik de bir şekilde kirlenecek midir? Muhakkak… Demek ki kirleneceğini bile bile bu güzellik duygusunu vuslata dönüştürme isteğinin içimizde bir yerlerde uyanması ve karşı konulamaz bir şekilde usul usul yanmasının bir açıklaması olmalı. Bunun tek açıklaması; bu mukadderatın en azından bildiğimiz, nispeten yönetebildiğimiz, bizden bir parça ile yaşanmasının verdiği huzurdur. Biz aslında bu huzura talibizdir. İçimizdeki aşkın muhattabı bu huzurdur. Aslında bu huzurun yaşanacağı zamandır. Bu açıdan, “aslında insan, zamana aşıktır” diyebilir miyiz? İnsan zamana aşıktır. Bu kadar soyut ve tutamadığımız için adeta delirdiğimiz bu “şey”in bir anda cisimlenivermesi bizi öyle bi

23 Nisan, Millî Bilinç ve Çocuk Bayramı Üzerine Düşünceler

Bundan tam 102 yıl önce bütün milletin umudunu omuzlarında taşıyan bir heyet, ulusun son çare olarak kendilerine yüklediği görevin bilinciyle evvela Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde Cuma namazını eda edip o güne kadar ki tüm yollar gibi zorlukla tadilatını yaptıkları binaya dualar, tekbirler, ve uğurlarına kesilen kurbanların ardından giriş yaptılar Bugün, adına misyon ve vizyon dediğimiz ama o gün mefkûre, ideal, dava ve çare olarak görülen rota, daha ilk oturumda yapılan ilk konuşmada ifadesini meclisin en yaşlı üyesi Şerif Bey’in sesinde buluyordu: “Allah’ın yardımıyla milletimizin iç ve dış bağımsızlık yazgısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendisini yönetmeye başladığını bütün cihana duyurarak Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum.” Şimdi; bu konuşmayı meclisin açılışında dahi bağımsızlığın bir yazgı, değişmez bir kader olarak görüldüğüne, meclisin bu yazgıyı bizatihi yüklendiğine, bunun bir danışma meclisi veya adeta noterler kurulu olarak değil bizzat yönetme yetkisi ve iştiy

Ey Sevgili

  Ey sevgili, Herkesi gönderdim, artık yalnız sen ve ben… Herkesi birer birer gönderdim, bazılarını yarı yolda bıraktım, bazılarını kızarak, bazılarını bağıra çağıra, bazılarını mecbur bırakarak, bazılarını nazikçe, bazılarını korkakça, bazılarını cesurca, bazılarını ise severek… Ama herkesi gönderdim. Yalnız sen ve ben varız. Herkesten ari, herkesten uzak, şehirlerin ortasında yalnız bir adamım artık. Herkese çizdiğim çiçekli yollar aslında benden adım adım, milim milim, saniye saniye uzaklaştırmak içindi. Tüm kalabalıkların içinde; tüm korna seslerinin, aceleci adımların, kahkahaların, sevgi ve nefretlerin, aşkların, kıskançlıkların, ölüm ve yaşamların, coşku ve hayal kırıklıklarının içinde ikimize bir ağaç gölgesinde kuytu bir köşe yarattım. Senin inadına “yarattım” diyorum, çekesin diye nazımı. Kimse kalmadı; elele, diz dize, göğüs göğüse, dudak dudağa biz kaldık. Ağlasam ıslanır ellerin, kıpırdasam hissedersin, fısıldasan duyarım. Ah bir fısıldasan… Sende